Geçen gün devam etmekte olduğum yüksek lisans programında, sınıfta Blockbuster isimli video film kiralama firmasının kuruluşundan bugüne kadar olan sürecinde yaşadığı başarı ve başarısızlıkları tartıştık. Blockbuster firması Türkiye’de hizmet vermediği için biz pek bilmiyoruz ama Amerikada oldukça meşhur ve büyük bir şirket. Ortaya çıkışı özellikle 80’li yılların sonu, 90’lı yılların başında yaşanan video furyasına dayanıyor. O dönemleri ben az çok hatırlıyorum, hani şu her sokakta video dükkanlarının olduğu, Beta/VHS kasetlerin kiralandığı zamanlar. O dükkanı işletenler mahallede hep ayrıcalıklı bir yerde olurlardı. Pek esnaf gibi değillerdi daha çok mahallenize kalıcı olarak yerleşmiş bir sihirbaz yada sirk ekibi gibiydi. Sonuçta rüya satıyorlardı bir bakıma. Dükkana her girişinizde acaip bir dünya karşılardı sizi. Heyecanla kiralanan korku filmleri Cumartesi akşamlarımızın uykusuz geçmesini sağlar, Fredy Kruger ve saz arkadaşları kabuslarımızdan eksik olmazdı.
Hey gidi be, neyse… İşte o sıralarda Amerikada kurulan Blockbuster, klasik sokak arası işletmeleri kendi bünyesinde toplayıp belirli bir standartizasyon çerçevesinde, büyük bir video kiralama zinciri haline geliyor. Diğer küçük işletmelerden farkılı olarak başarısının sebebi hem sayıca çok daha fazla filmi arşivinde bulundurması, hemde müşterilerin bu sınırsız sayıdaki filme ulaşmalarını hızlıca sağlayabilecek sistemler geliştirebilmeleridir. Ayrıca 7 gün 24 saat’te açık oluyorlar. Böyleca firma kısa zamanda büyüyüp, dünya çapında 8700 mağza gibi inanılmaz bir sayıya ulaşıyor. Hem şirketin uyguladığı doğru standartizasyon ve hizmet stratejisi, hemde o dönem video teknolojisinin kaliteli içeriğe ulaşmak için tek alternatif olması, Blockbuster’ın başarısını mümkün kılıyor.
Fakat şirket bu kadar başarılı ve yüksek oranda kar edebilmesine ve de en önemlisi pazarda lider olmasına rağmen, gelişen teknolojik olanakları ve fırsatları görmekte inanılmaz aciz kalıyor. 1990’ların ortalarından itibaren piyasa girmeye başlayan DVD filmlere cevap vermekte oldukça geç davranıyor ve VHS kiralama işine devam ediyor. Daha sonra 1997 yılında kurulan ve sonradan en büyük rakibi olcaka Netflix firmasının yeni geliştirdiği yeni iş modeli’nin, belirli bir üyelik karşılığı filmleri telefon yada online sipariş yöntemiyle evinizden dükkana uğramadan değiştirme yöntemi, işe yaradığını gördüğü halde bu tarz bir iş modeli geliştirmiyor. Haliyle kısa zamanda piyasada çok büyük bir pazar payı kaybediyor. Tüm bu olanlardan bir türlü ders çıkaramayan Blockbuster, dijital yayıncılığın geleceği olan VOD (Video on Demand) ve pay per view yani istenilen içeriğin (film, dizi, program) kullanıcının bağlı olduğu operatörden yada internet üzerinde izlediği oranda ödeme yaparak seyredebilmesine imkan tanıyan teknolojiye girmekte de geç kalıyor.
Sahip olduğu sınırsız imkanlara, prodüksyon şirketleri ve stüdyolarla yaptığı dağıtım anlaşmalarına rağmen, bugün kullanmaya başladığımız Digital on Demand pazarını kaçırıyor. Duyduğum kadarıyla Blockbuster biraz geç olsada, 2009 başında internet üzerinden VOD hizmeti veren bir şirkeri satın aldığı gibi aynı zamanda bu konularda teknolojik yatırım yapan bir firmayla ortaklık kurmuş durumda. Atı alanlar Üsküdarı geçeli çok oldu ama şirket bir yandan da pay per play/video game on demand ve online oyun kiralama gibi işler üzerine çalışmakta. Eğer iTunes’un yaptığına benzer bir ticari model oluşturabilirse, milyonlarca kopya oyun kullanıcısı sadık birer müşteri haline çevirebilirler ki bu Blockbuster’ın tekrar eski şanlı günlerine dönmesine yol açabilir. Geleceğin eğlence endüstrisi’nin video oyunlarında olduğunu düşünen biri olarak en azında ben böyle bir yol izlerdim.
Blockbuster bakıcak olursak Amerika için istisnai bir örnek peki ya Türkiye için. Bırakın Türk firmalarını, yıllardır ülke olarak sahip olduğumuz jeopolitik ve jeostratejik konum, doğal kaynaklar, nüfus ve diğer tüm olumlu etmenlere rağmen o kadar çok şey kaçırdık ve kaçırmaya devam ediyoruz ki Blockbuster’ın hikayesi tam da bizi anlatıyor. Ama şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız; hiçbir zaman geç diye bir şey yoktur, yeter ki hatalardan ders çıkarmasını bilelim…