Yıllardır küreselleşme hakkında anlatılan masallardan bu aralar eskisi gibi iyi bir şekilde bahsedilmiyor. Nede olsa başımıza ne geldiyse bu küreselleşme davası yüzünden gelmedi mi? Özelliklede 2000’li yıllardan itibaren uluslar-üstü sermayenin, gelişen bilgi teknolojileri sayesinde dünya üzerindeki yolculuğunun hızlanması, yatırımlarla ve para akışıyla birlikete pek istenmesede krizlerinde kolayca yayılabilmesi sağladı. Bir önceki yaşanan en büyük ekonomik krizlerden biri olan 1998 Asya Krizi’nin bölgesel olarak kalmasının en önemli nedeni(her nekadar daha sonra Rusya ve dolaylı olarak bizide etkilemiş olsada), finans ve bilişim teknolojilerinin günümüz kadar gelişimemiş ve farklı ülkelerdeki yatırım kaynaklarının bugünkü kadar iç içe geçmemiş olmasından kaynaklanıyordu. Oysa ki bugün düşük fazile Türkiyeden alınan borç para ile Tayvan’dan mal alıp, Çin’de yatırım yapan kişi, işler kötüye gittiğinde eğer parasını geri çekerse, bu adım bahsedilen üç ülkenin yanısıra onlarla iş yapan diğer ülkeleride doğrudan etkilemekte ve devrilen ekonomiler adeta domina etkisi yaratmaktadır. Ayrıca bir de karşılığı olmayan değerler ortalarda uçuşuyor, bilinçli yada bilinçsiz sanal balonlar yaratılıyorsa, mortgage örneğinde olduğu gibi sonu malesef pek te hoş bitmiyor.
İşte dedim ya bize son 20 senedir ballandırıla ballandırıla anlatılan Adam Smith’in “Görünmez Eli” her şeyi düzeltir masalının yerini, “Devlet baba gelsin bize kurtarsın” nidaları almış durumda. Hemde bizzat bu fikirlerin ve küreselleşmenin ateşli savunucuları söylüyor bunları. Sanırım görünmez el tarafından fena halde tokatlandılar. Tüm bunlar yaşanırken farkındamıyız bilmiyorum ama aslında dünya üzerindeki ulusların güç dengeleri bir hayli değişti ve hızla değişmeye devam ediyor. II. Dünya Savaşı sonrasında yükselen değer Amerika Birleşik Devletleriydi. Bugünün dünyasında ise onu ve temsil ettiği tüm değerlerin yerini BRICK ülkleri yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in almakta olduğu görülüyor.
Baktığımızda tüm ülkeler Rusya hariç gelişmekte olan ülkeler kategorisinde değerlendiriliyor. Brezilya ve Hindistan’da halen açlık çeken insanlar var ve sanayi altyapıları yeterince gelişmiş değil. Çin bunu belirli bir oranda azaltsada, çevre politikaları ve siyasi sorunlar gibi konularla yoğun şekilde mücadele ediyor. Rusya her nekadar Avrupa’nın enerji hatlarını kontrol etsede genede yabancı yatırımcıların desteği ve ithal ürünler olmadan ayakta sağlam şekilde durabilmesi şimdilik mümkün değil. Öte yanda bu dört ülke, şu anda ki hızlarına yakın bir şekilde büyüme devam ederlerse, önümüzdeki 20 sene içersinde ekonomik ve siyasi arenada Amerika ve Avrupadan daha fazla söz sahibi olacakları kesin görünüyor. Bugünkü tüm ekonomik veriler zaten bunu gösteriyor. Özellikle sanayi alanında sahip oldukları düşük maliyetli üretim kapasiteleri gelişmekte olan bu ülkeleri önemli birer üretim merkezi haline getirdi. Buna bağlı olarak son senelerde uluslar-üstü sermayenin Amerika’yı terketmesine hepimiz şahit olduk. Bu sadece basit sanayi ürünlerinde değil, Amerika Birleşik Devletleri’nin başını çektiği uzay sanayinde de yaşanan bir gerçek.
Newsweek International’ın haberine göre ABD’nin teknoloji yönündeki sıkı ve korumacı politikaları nedeniyle, 2003’te 304 $ milyon dolar olan ticari uydu endüstürisi gelirleri, 2007 yılında 150 $ milyon dolara kadar düşmüş. Amerikan teknolojisinin yurtdışında kullanılmasını engelleyen kanunlar (ITAR), onun Avrupalı ve Asyalı rakipleriyle rekabet edebilme kabiliyetini oldukça engellemiş durumda. Önümüzdeki aylarda Obama yönetimi tarafından alınacak ekomomi yönündeki korumacı politikalar muhtemelen bu durumu daha da hızlandıracak. Amerikalıların bu konuda çok da fazla yapabilecekleri bir şey olduğunu düşünmüyorum(savaş çıkarmaktan başka) çünkü değişim başladı. Yıllardır sömürülen, çeşitli ekonomik ve diplomatik yöntemlerle gelişmeleri önlenen ülkeler, küresel iktidarda söz sahibi olmak için emin adımlarla ilerliyorlar.
BRICK ülkelerinin bir araya gelmesinin bir nedeni de bu aslında. Çin, Hindistan ve Brezilya halen yüksek oranda üretim yapan fakat kalabalık nüfuslarına oranla oldukça az tüketen toplumlar. Ürettikleri malların bir çoğu Avrupa ve Amerikalılar pazarlarında tüketiliyor. Öte yandan bugün olduğu gibi gerçekleşen herhangi ekonomik bir kriz, gelişmekte olan bu ülkeleri ciddi anlamda etkilemekte. Sonuçta ürettikleri malların kriz nedeniyle pazarlarda alıcı bulamaması bu ülkelerin felaketi anlamına gelir.
Eğer BRICK ülkeleri hedefledikleri gibi kendi toplumlarıda tüketici haline gelir, Amerika ve Avrupadan bağımsız, kendi aralarında işleyen bir pazar ve ticaret ağı oluşturabilirlerse ekonomik ve siyasi güçlerini garanti altına almış olacaklar. Böyle bir yapı belkide gelecek yıllarda G8 ülkelerine alternatif oluşturabilecek bir yapıya dönüşecek. Sonuç itibariyle aslında diyebiliriz ki küreselleşme kavramı, onu ortaya atanlardan çok başkalarını yaradı özelliklede gelişmekte olan ekonomilere. Sermayenin, teknolojinin ve yatırımların dünya üzerinde istediği yerde istediği zaman yer bulabilmesi, günde bir kap pirince çalışanlar için bulunmaz bir nimetti. (Bu arada yerel kültürler filan yok oluyor ama nasıl olsa kimse bunları umursamıyor.)
Öte yandan şunuda unutmamak lazım eğer gelişmekte olan Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve diğer dünya devletlerinin halkları Amerikalılar gibi yaşamak ve tüketmek isterse ne olur. Elbette dünya kaynaklarının böyle bir şeyi kaldırabilmesi mümkün değil ama gidaşat biraz da o yönde. Tüketmeye ve herzaman daha fazlasını istemeye odaklı insan doğası değişmedikçe yada değiştirilmedikçe, yaşadığımız her dönemde krizler, savaşlar ve felaketler malesef kaçınılmaz. Sorun sadece kapitalizim değil demek istediğim, sorun kapitalizmi yaratan ilkel dürtüler. Bu dürtülerden kurtulmak ise bir hayli zor.
Durum Vahim gerçektende. Sonu savaş olmaz inşallah.
G-7 çöküyor.. Bir çok ülke aslında iflas etti!
Rusya Başbakanı Vladimir Putin; Moskova’dan destek isteyen Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’yi teskin etmek için şu sözleri söyledi: “Amerika’nın durumu Yunanistan’dan daha iyi değil. Hepimiz biliyoruz; küresel ekonomik kriz ne Yunanistan’da ne Rusya’da ne de Avrupa’da başladı. Okyanus’un karşı tarafından bize geldi…” Dünyanın üçüncü büyük döviz rezervine sahip ülkesi olan ve bu pozisyonunu politik güce dönüştürme eğiliminde olan Rusya, 2008 yılında batan ve Avrupa tarafından sahipsiz bırakılan İzlanda’ya destek olmuştu. Bunu bilen Atina, Avrupa’nın çöküşteki ülkesi olarak Moskova’ya yöneldi.
ABD Merkez Bankası eski başkanı ve Barack Obama’nın ekonomik reform projesinin mimarı Paul Volcker, CNN’den Fareed Zakaria’ya verdiği söyleşide; ABD’nin karşı karşıya bulunduğu en büyük krizin, “yönetim mekanizmasının toptan çöküşü ihtimali” olduğunu açıkça dile getirdi. 2006’da başlayıp 2009’da zirveye tırmanan krizin ABD’ye ödeteceği bedel hala kesin olarak öngörülemiyor. Bir çok ekonomist, “iyileşme” işaretlerinin sanal, yanıltıcı olduğunu söylüyor.
Dev miktarda doların vergiden kaçmak için off-shore adreslere yöneldiği, ABD merkez bankasının krizi önlemek amacıyla piyasaya vermekte olduğu 2,2 trilyon doları geri alma konusunda sıkıntı yaşayacağı belirtiliyor. 2009’un bütçe açığı 1,4 trilyon dolar oldu. Bu, 2008’in tam dört katı. 2010 ve 2011’de bu rakamın 2,6 trilyon dolar olacağı öngörülüyor. Hem de iyileşme tahminlerine göre bir beklenti bu. Dünyanın ABD piyasasından kaçtığı bir dönemde trilyonlarca dolar açığın nasıl kapatılacağına dair endişeler oldukça yüksek. Yani ABD’nin durumu dünya savaşı döneminden bile kötü. Böyle düşünenler, ABD için daha büyük felaket beklentilerini gizlemiyor.
2010 ise Avrupa ülkelerinin çöküşüyle başladı. Portekiz ve Yunanistan’dan sonra İspanya, hemen ardından ise İtalya’nın büyük bir krize sürükleneceği endişesi söz konusu. “PIGS ülkeleri” denilen Portekiz, İtalya, Yunanistan ve İspanya üzerinden bütün Güney Avrupa’nın ciddi sarsıntı geçireceği, kısa zaman içinde krizin Avrupa’ya yayılacağı, euro ekonomik bölgesi dışında kalan İngiltere gibi ülkelerin de benzer durumda olduğu ifade ediliyor. Tablo ve verileri okuyanlar, “çöküş” ifadesini rahatlıkla kullanır oldu.
Tabi kriz, bir takım üstü kapalı ilişkileri de deşifre etmeye başladı. Yunanistan ile Goldman Sachs arasında 2001 yılında yapılan anlaşma üzerinden bu ülkenin gerçek verilerinin gizlendiği, bütçe açığı kapatılmış gibi gösterildiği ortaya çıktı. JP Morgan’ın da 1996’da İtalya ile yaptığı anlaşma ile benzer bir operasyon yaptığına inanılıyor. Yine İngiltere ve İsviçre ile ilgili de benzer iddialar söz konusu. Bu anlaşmalarla ilgili Avrupa çapında büyük bir soruşturma açılabilir. The Wall Street bankalarının geçtiğimiz yıl, borç içindeki bazı ülkelere el altından para aktardığı ya da benzer operasyonlar yaptığı söyleniyor. Öyleyse, bütün bunlara rağmen kriz ortaya çıkabiliyorsa durum daha da vahim demektir. Örte örte, gizleye gizleye bugüne getirdiler ama artık yol bitti.
Şimdi iddia daha da büyük. ABD ve Avrupa ülkelerinden, euro ekonomik bölgesinden sonra G-7 olarak bilinen dünyanın patronlarının çöküşün eşiğine olduğu, G-7’yi çöküşten kurtarmak için çok geç kalındığı belirtiliyor. Aslında bir çok ülkenin müflis olduğuna inanılıyor. Yakın gelecekte ülke iflaslarının ardı ardına geleceğine dair ciddi bir korku söz konusu.
Yunanistan’ın ödemesi gereken borç bütçesinin 8 katı. ABD’nin ödemesi gereken borç, bütçesinin beş katı. Avrupa’nın ödemesi gereken borç bütçesinin 4,7 katı. Yani hepsi iflas noktasında. Bu oranın aslında dünyanın merkez ekonomilerinden bazıları için de söz konusu. Dünya ekonomisine patronluk yapan G-7’nin çökmesi ne tür ekonomik ve siyasi travmalara yol açabilir. Az çok tahmin ediyor muyuz?