Skolâstik dünya görüşünün hâkim olduğu yüzyıllarda dünyanın bir kaplumbağanın sırtında taşınan düz bir tepsiden ibaret olduğuna inanılırdı. Bu sebeple tepsinin kenarlarına gidildikçe dünyanın sonu olan bölgeye yaklaşılır, buralara yelken açan denizciler korkunç deniz canavarlarından kurtulsalar bile sonsuzluk uçurumundan aşağıya düşerek yok olacakları düşünülürdü. (Her ne kadar dünyanın yuvarlak olduğu fikri Babilli matematikçiler ve ünlü yunanlı düşünür Pisagor tarafında binlerce yıl önce öne sürülmüş olsa da, orta çağda ki yaygın görüş bu değildi ne yazık ki) Sonrasını biliyorsunuz; Macellan’ın yolculuğu, bilimsel gelişmeler, güneş merkezli evren görüşünün kabul edilmesi, ilk uydu fotoğrafları ve google map tabiî ki. Öte yandan son yıllarda tüm bilimsel verilerimize karşı tekrar düz dünya görüşü tartışılıyor. Yani denilen şu ki dünya düzleşmiş ve artık kuzey yarım küreden bakan birisi yeterli donanıma sahipse güney yarım küreyi rahatlıkla görebilecekmiş. Saçma gibi görünen bu varsayım ardında çok önemli bir günümüz gerçeği yatıyor. Yeterli donanım ve bilgiye sahipsen yani internet erişimin ve onu kullanabilme gücün varsa, dünya düzdür ve her yer sana eşit mesafe uzaklıktadır.
Thomas L. Freidman’ın “Dünya Düzdür / The World Is Flat” adlı kitabında öne sürdüğü bu kavramda belirtildiği gibi 80’li ve 90’lı yıllarda büyük bir ivme kazanan bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde küreselleşmenin yeni bir evreye girmiş bulunmakta. Elbette dünya konjektüründeki politik gelişmelerde, örnek olarak Sovyetler Birliğinin yıkılması ve iki kutuplu dünyanın sona ermesi, dünyanın düzleşmesinde önemli payı olmakla birlikte, küreselleşme kavramının değişiminde öenmli rol oynamıştır.
Friedman’ın Küreselleşme 3.0 olarak adlandırdığı bu dönemde tüm sistemler “Dikey Yapılanma” veya “Komuta-Kontrol Sistemi” yerine “Yatay Yapılanma” üzerine tekrar kuruluyor. Sermaye artık hiç olmadığı kadar mobil, hızlı ve yenilikçi. Düzleşme etkisi sadece sermaye üzerine değil bireyler üzerinde de ciddi bir değişiklik yaratmış durumda. Artık dünyanın herhangi bir bölgesinde sizin işinizi sizden daha iyi, hızlı ve ucuza yapacak birileri mutlaka var. Bugün birçok Amerikan firması sadece yazılım projelerini değil aynı zamanda çağrı merkezi, muhasebe, finans, veri madenciliği gibi hizmetlerini Hindistan da ve Asya’nın geri kalanında bu işleri üstlenen firmalara out-source ettirmekte. Bunun sağladığı en önemli getiri; hem maliyet açısından yerel hizmet sağlayıcılarına göre fiyat ve hız avantajı olması hem de bu tip angarya işleri firmalar üzerlerinden atarak kendi operasyonlarını ve iş modellerini iyileştirebilmelerine fırsat verebilmesi.
Üretim anlamında ise Çin, Brezilya ve Meksika çoktan hem Avrupa hem Amerika hem de ihraç şampiyonu Japonya’nın fabrikası konumuna gelmiş durumunda. Özellikle son 10 senedir Amerikada “de-industralization” yani “endüstrisizleşme” adında bir süreç yaşanmakta. Uluslar üstü sermaye daha ucuz ve hızlı üretim yapabileceği yerlere doğru hızla kayarken geride gelişmiş ülkelerde milyonlarca işsiz bırakıyor. 2008 krizi öncesi ve sonrasında gelişmiş ülkelerde kapanan her fabrikaya karşılık aynı daha fazla sayıda üretim tesisi BRICK ülkelerinde açıldı.
Bilgi ve iletişim teknolojileri alanında da durum çok farklı değil. Bugün birçok yazılım firması, mimarisini tasarladıkları programların üretimini Kaliforniya yerine Hindistan’ın Silikon Vadisi olan Bangalore da daha ucuza ürettirebiliyorlar. Microsoft ve diğerleri Çin de kendi şirket üniversitelerini kurarak devasa bir nüfustaki en yetenekli insanları kapıyorlar. Çünkü biliyorlar ki milyonda bir rastlanan bir yetenekten Çin de yaklaşık 1300 adet bulabilme şansları var. Ayrıca bu toplumlardaki eğitimin kalitesinin giderek artması, fen ve matematik alanlarındaki başarılarının yanı sıra bu bilgileri pratiğe geçirebilme becerileri birçok batılı rakiplerine oranla oldukça yüksek. İyide olmak zorundalar çünkü bir milyardan fazla insanın içersinde hayatta kalabilmek için iyi olmaktan fazlasını yapmanız gerekiyor.
2020 yılına kadar Çin’in bilimsel akademik makale sayısında Amerika’nın ilerisinde olacağı öngörülüyor. Bu da demek oluyor ki teknoloji ve bilim içerikli haberlerinde artık Amerikalı ve İngiliz bilim insanlarının yerini Çinli olanlarının alacağı kaçınılmaz. Şu anda bile Lithoum-Ion pil teknolojisinde hem üretim hem de araştırma kapasitesi olarak birçok ülkenin ilerisindeler. Gelecekte Çin sadece fason ve düşük kalite üretim malları yapan bir ülke değil, diğer gelişmiş ülkeler gibi kendi markalarına sahip ve teknolojide yeniliklerin öncüsü olan bir ülke konumuna gelecektir. Benzer bir süreci Japonya yaşadı ve zamanında “Japon malı tapon malı” denilen ürünler üreten sanayileri bugün Sony, Toyota, Honda ve burada belirtemediğim bir çok sayıda dünya markası ve teknolojisi yaratmış durumda. Aynı durum elbette Hindistan, Brezilya, kısmen Polonya ve Meksika içinde geçerli görünüyor.

Kısaca 21.yy’ın ilk on yılında dünyada ciddi bir değişim yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelerin Z kuşağı daha iyi bir hayat ve özgürlük için inanılmaz bir talep içersindeler. Anne ve babalarının sahip olmaya hayal bile edemeyecekleri şeylere sahip olan milyonlar, daha üretip daha fazla tüketerek dünyanın yeni hâkimiyetinin kendilerine ait olması için ellerinden geleni yapıyorlar.Yakın bir gelecekte Çin’de artık ucuz işçi cenneti olmaktan çıkıp daha “High End” veya ileri teknoloji ürünlere yönelecek. Bunun ilk sinyallerini geçtiğimiz iki sene içersinde Çin de yaşanan fabrika grevlerinde gördük. Eskiden olsa kanlı bir şekilde bastırılacak olan ve daha iyi şartlar talep eden işçi grevleri, hükümet tarafından sadece izlendi nedeni ise yabancı firmaların Çinlileri ucuza çalıştırılmasının son verilmesi.

Yeni kuşak Hindistanlı gençler bulundukları kast’a çok bakılmaksızın yetenekleri doğrultusunda oldukça iyi şartlarda kendi ülkelerinde yaşamlarına devam edebiliyorlar. Artık eskiden olduğu gibi bir Amerika rüyası söz konusu değil ki bundan en ciddi zararı görecek olan dünyanın tüm yeteneklerini toparlayan ve onlardan faydalanan Amerika Birleşik devletleri olacak.
Peki, böylesine rekabetçi dünya Türkiye olarak neredeyiz, nereye gidiyoruz? Genç nüfusu, jeo-stratejik konumu, sermaye ve sanayi alt yapısı nedeniyle Türkiye geleceğin dünyasını yönetmeye aday ülkelerden biri. Öte yandan diğer gelişmekte olan rakiplerimize göre maalesef birçok alanda geri durumdayız. Eğitim kalitemiz sayısı 150’i aşan üniversitelere karşın maalesef aynı şerit da olduğumuz ülkelere göre oldukça düşük. En çok soru ezberleme ve belirli süre içersinde bunları cevaplama üzerine kurulu sistem ne yazık ki verimsiz sonuçlar veriyor. Akademik üretkenlik sıralamasında sonuçlar iç açıcı değil. Ülke çapında 2010 yılında kayıtlı patent sayımı 400 civarında. Sadece IBM geçen sene 5896 adet patent üretmiş. Evet, genç bir nüfusa, konumumuz nedeniyle dünyanın %70’ine rahatlıkla ulaşabiliyoruz ama bu rekabet edebilme gücümüze çok fazla artık etkilemiyor. Gelecekte bu genç nüfusun beklentileri nasıl karşılanacak, ne gibi imkânlar sağlanacak kesin bir cevap yok.

Türkiye’nin acil bir şekilde kendisine dünyadaki rekabet şartları ve gelişmeler değerlendirilerek bir 10 yıllık strateji haritası belirlemesi ve plan dâhilinde belirlenmiş hedeflere ulaşmak için çalışmalara başlaması gerekmekte. Aksi takdirde tüm olumlu yanlarımıza rağmen rekabet edebilme şansımı yitirecek ve ekonomik anlamda çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Bugün bile Türkiye yabancı firmalar için tam anlamıyla bir teknoloji pazarı konumundadır ya da daha doğrusu teknoloji çöplüğü durumundadır. Son model akıllı cep telefonlarımız, net-booklarımız bizi bilgiye ulaştıran aygıtlardan ziyade birer statü simgesine dönmüş durumda.
Peki Türkiye neler yapmalı? Tabiki dünyada diğer devletlerin başarılarını örnek almalı, kendisi için en uygun hedefler dâhilinde stratejik yol haritası hazırlamalı ve bunu hayata geçirmelidir. Örnek olarak böyle bir yöntem izleyen İrlanda 1980’li yıllarda teknoloji alanına özellikle yazılım ve teknoloji dünyasının gelişeceğini öngördü, bu alanda kendine hedefler belirledi ve bununla ilgili siyasi, ekonomik ve sosyal teşvikleri hayat geçirdi. Gençlere gerekli eğitim verildiği gibi aynı zamanda yabancı teknoloji ve yazılım firmalarına operasyonlarını İrlanda da yürütmek için ciddi kolaylıklar sağladı. Ve bugün Google dâhil olmak üzere birçok yazılım firması Dublin de merkez ofislerini kurmuş durumda.
Gelecek çok hızlı bir şekilde şekilleniyor. Dünün 3. Dünya ülkeleri bugünün ve yarının karar vericileri haline gelmiş durumda. Bu sebeple dünyada söz sahibi olmak isteyen ve rekabet edebilir bir Türkiye için, teknoloji alanında ciddi bir yol haritası oluşturulması şart.